Dil, kadim tarihten beri süregelen bir kavramdır. İnsanların var olduğu ilk anda dilin de meydana geldiğini anlayabiliriz bu bağlamda. İnsanların birbiriyle olan iletişimi, o tarihlerde oldukça düşük bir popülasyonda insan olduğunu düşünürsek, zor olmasa gerek. Nihayetinde ilk zamanlarda yaşayan insan sayısına bağlı olarak konuşulan dil sayısı da oldukça az sayıdaydı. Ancak bununla ilgili efsaneler de yok değil. Özellikle dil çeşitliliğinin, Tevrat’ta geçen Babil uygarlığına dair bir efsaneye dayandığı rivayet edilir. En eski zamanlarda Babil’de yaşayan insanlar, birlik olarak kent kurmayı amaçlamış; yeryüzüne dağılma korkusundan dolayı gökyüzünün hevesine kapılarak oraya ulaşma özlemine tutulmuşlar.

Kendilerini Tanrı’nın orada yaşadığını inandıran Babilliler, gökyüzüne yükselen bir kule yaptıkları zaman gökyüzüne ve dolayısıyla Tanrı’ya ulaşacaklarını düşünerek birlik olmuşlar. Gökyüzünün yüceliği gözlerini körelttiğinden çevreye ün salacaklarına dair hayallere sürüklenmişler.

Kibre bulaştıkça kendilerini kaybeden insanları gören Tanrı ise, göklere uzanan bu kuleyi rüzgâr ve sellerle yıkmıştır. İnsanların birlik olduğunda yapabileceklerinin sınırı olmayacağını anlayınca yeryüzüne çokça farklı diller göndermiş, böylelikle insanlar arasında iletişim güçlüğü oluşturacağına inanmıştır. O dönemden beri, yeryüzündeki nefes alan her varlık gibi canlı olduğuna inanılan dil kavramı dünyaya yayılmıştır.

İnsanların yazıyı bulmasıyla başlayan tarihte, var olan ihtiyaçlar sebebiyle farklı dillerin anlaşılabilme gereği duyulmuştur. Ticaret başta olmak üzere, savaşların sonunda ele geçen kentler olmak üzere, yaşayan insanların dil farklılığı o dönemden bu yana tercümenin ilgi odağı olmuştur.

Yazının bulunmasıyla birlikte ihtiyaç haline gelen eğitim alanlarında da tercümeye yer verilmiştir. Tercümenin iletişimi sağlayabilmek adına en az dünyamız kadar eski bir geçmişe sahip olduğunu buradan da anlayabiliriz. Her bir dil çeşitliliği, aynı zamanda birden çok farklılığa teşkil eder. İnsandan insana değişen özellikler bir yana, tarihin, coğrafyanın oluşumuna ön ayak olur. Dil dediğimiz şey aslında tam olarak benliğimizdir.

Dillere özgü kültürleri kavrayabilmek için de tercümenin varlığına ihtiyacımız var. Yukarıda bahsi geçen rivayetin en önemli noktalarından biri, ‘insanların birlik olması’ düşüncesidir; dünya üzerinde yaşayan milyarlarca insanın, sayısı dahi belirlenmemiş olan dillerin birlik içinde olabilmesi. Zira bunu sağlayacak en büyük unsur, şüphesiz tercümedir. Birbirinden habersiz yetişmiş farklı kültüre, yetişkinliğe sahip birçok insanı bağlayacak olan yegâne köprü, bir bakıma dildir. Bunu sağlayacak olansa, tercüme yani, tercümanlar. Başka bir dilin kültürüne sahip olmayan her insanın, kültür açlığına çare bulabilecek unsurun da tercüme olduğu barizdir.

İnsan yaşamının birçok alanında ihtiyaç duyulan tercüme hizmeti konusunda daima görev bilincindeyiz. Geçmişteki meslektaşlarımızın izinden giderek dil uzmanı bir tercüme bürosu olarak bu alandaki her türlü ihtiyacınızda yanınızda olmaktan memnuniyet duyarız.
Hizmet, elbette kaliteyle gelir!